Yazılar

PEMBE BİSİKLET- HASRET

  1. BÖLÜM

Büyük bir heyecanla karne gününü bekliyordum. Babamın bana sözü vardı, eğer takdir
belgesi getirirsem her şeyden çok istediğim o pembe bisikleti alacaktı.
Son bir haftaydı, babama her akşam bu konuyu açıyor onun kafasını şişiriyordum. O da
bana her defasında “tamam kızım, sen merak etme. Karneni al gel, hemen gider istediğin
bisikleti alırız” diyordu. Ben yine de heyecandan her akşam açıyordum bu konuyu ama
annem istemiyordu bisiklet almamı. Bu konuşmalardan sonra annem önce bana, sonra
babama kızmaya başlıyordu. Annem bisiklet sürmemi istemiyor, tatilde dahi kurslara gidip iyi
bir lise kazanmam için sürekli ders çalışmamı istiyordu. Babama, “Eda’ya bisiklet alırsan
onun tepesinden inmez, akşamlara kadar eve girmez” diyordu ve öyle de oldu.
Sonunda karne günü geldi ve tahmin ettiğim gibi takdir belgemi aldım. Adeta bir yarışçı gibi
hızlı ama aynı zamanda üç yaşında bir çocuk gibi ayaklarımı yere vura vura koşmaya
başladım. Okuldan herkesten önce çıkmıştım çünkü bir an önce eve varmak istiyordum. Okuldan benim gibi erkenden çıkan birileri daha varmış meğer. Arkamdan “Eda… Eda” diye
bağıran bir ses duydum. Dönüp baktığımda Murat ve Ali’yi gördüm, hemen arkalarından da
Melek geliyordu. Önce benimle dalga geçmeye başladılar, koşmaktan saçım başım
dağılmıştı. Bir yandan da atıştıran yaz yağmuru yüzünden saçlarım makarna gibi kabarmıştı. Bu en nefret ettiğim durumdu, hele ki saçımla dalga geçilmesi beni çok üzüyordu ama o gün
o kadar mutluydum ki ben de onlarla beraber gülmeye başladım. Birden hiç biriyle
vedalaşmadığım geldi aklıma ve arkadaşlarıma sarılıp onlara iyi tatiller diledim. Herkes yaz
tatilinde bir yerlere gidecekti, bir tek biz kalıyorduk İstanbul’da. O yüzden mutlaka bisikletim
olmalı diye geçirdim içimden, yoksa çok yalnız kalırım.
Evin kapısını uzaktan görmemle kalbim hızla çarpmaya başladı. Neden böyle olduğunu
anlayamıyordum. Babamın işten gelmesine daha çok vardı, zaten gelse bile hemen bugün
gidemezdik ki, mutlaka yarını beklememiz gerekirdi. Bunları düşününce heyecanım az da
olsa dindi. Dış kapıdan içeri girdim ve merdivenlerden ağır ağır çıkmaya başladım. Koşmaktan çok yorulmuştum, adım atarken bacaklarım üzerlerine bir ton ağırlık
yüklenmişçesine acıyorlardı. Çantam da bir yandan kendini salmış, o da merdivenleri benim
çekiştirmemle tek tek çıkıyordu. Tam iç kapıya gelmiş zile basacakken karşımda görenlerin
içine mutluluk tohumu ekecek kadar canlı bir pembesi olan gıcır gıcır bir bisiklet gördüm. Bir
anda kapı açıldı ve annem çıktı, “baban sana sürpriz yapmış” dedi. O an normalde gülerken
kaybolan küçük gözlerim kocaman olmuş, sevinçten konuşamamış, sadece bisikletime
sarılıp “canım babam” diyerek mutluluk gözyaşları dökmüştüm.

Önce hemen bisiklete binmek istedim ama hem küçük ve zayıf bedenimle bisikleti aşağıya
indirmem zor olurdu. Hem de “ilk deneyimimi babamla yaparım” düşüncesiyle sadece
saatlerce ona sarılmakla yetindim.
Akşam babam eve geldiğinde hemen boynuna atlayıp teşekkür ettim ve karnemi
gösterdim. O da benimle “gurur duyduğunu” ve “bunu hak ettiğimi” söyledi, Saat geç olunca
uyumak için odama geçtim ve yatağıma yattım ama babama bisikletimi ilk kez onunla
sürmek isteğimi söylemeyi unuttuğum geldi aklıma. Bir hışımla yataktan fırlayıp salona
girdim, daha kapıyı açmadan babamla annemin sesini duydum. Kapının aralığından onları
dinlemeye başladım. Bunun yanlış olduğunu bile bile devam ettim dinlemeye. Annem “bu
bisiklet işi hiç iyi olmadı, artık ders çalışmayacak, geç saatlere kadar eve gelmeyecek” diye
babama kızıyordu. Babam da: “Bir şey olmaz hanım, çocuğun içinde heves kalmasın” deyip
geçiştiriyordu. İçeri gitmeden yatağıma döndüm ve kendi kendime bir söz verdim: Derslerimi
aksatmayacaktım, bisiklet sürdüğüm kadar ders de çalışacaktım.
Tatilim tahmin ettiğimden çok daha iyi geçiyordu. Mahallede benim gibi bisiklet süren bir
sürü arkadaş edinmiştim. Günlerim hep bisiklet sürmekle ve arkadaşlarımla bisiklet yarışları
yapmakla geçiyordu. Gerçekten akşamlara kadar eve gelmiyor ve hiç ders çalışmıyordum. Annem bu duruma kızsa da pek üzerime gelmiyordu. Ben de bunu fırsat bilip kitap dahi okumuyordum.

REYHAN SULAMIŞ

ÇAYA KAHIRLANMA

Yalnızlığım ne ile son bulur?

Hangi hançer kesip atabilir yalnızlığın verdiği boşluğu?

Aydınlık bir oda benzer mi kabre?

Ocakta kaynayan su..ne bu neşe? Nedir seni çinko bir çaydanlığın içinde, kavurucu ateş üstünde üstelik, bu denli neşeli ve patırtılı şarkı söylemeye iten?

Halbuki, seni ateşe koyarken yalnızlığımı dindirecek bir dost gibi görmüştüm.

Sense neşeli şarkını söylerken tiz buharla çinko çaydanlığın hülbüğün de, üstüne üstlük fokurdatan dansınla oynatırken kapağını, ben çatırdıyorum kıskançlıktan bu hudutsuz mutluluk karşısında.

Çay kessin istemiştim yalnızlığın verdiği can sıkıntısını, içimi ısıtsın bir dost muhabbeti gibi ilk yudumda.

Buhar vurunca yüzüme, sanki anne eli değmiş gibi öylesine gözlerimi kapatıp, yuvarlanıp gitsem küçüklüğüme.

Avuçlarımın arasında çay bardağı, el ayalarımı ısıtırken hissettiğim tatlı bir acı yaşadığımın belirtisi.


Şekerli içmem çayı ama sırf evdeki sessizliğe inat çay kaşığı koyacağım bardağa ve çılgınlar gibi bir melodi tutturup, çınlatacağım evin sessizlik sinmiş köşelerini.

Bunları düşünüp çay koydum demliğe, ocakta kaynayan çaydanlığın üstüne. Ama iyiden iyiye sinirim zıpladı çay serkeşliği karşısında. Ey çay! dinle beni. Sana bu derece ilgi ve alaka beslemişken, senden yana hep kullanmışken tercihlerimi, hava sıcakken de soğukken de iltifata tabi tutmuşsam bu derece şımarman için değildi. Gel barış ilan edelim seninle. Sen neşeni yanımda gösterme duman duman tüterken, bende senle demleneyim yalnızlığımda, hiç kimse bile olmasa çay var diyeyim.

ZEYNEB TONBUŞ