Yazılar

BULUTLAR VE HEKİMOĞLU

 

İkindi ezanı okunduğunda yakınımda konumlanmış camiler yerine dik bir yokuşu çıkmayı göze alarak Hekimoğlu Ali Paşa camin de namaz kılmayı istedim. Ben nefes nefese yokuşu tırmanıp camiye ulaşana kadar cemaat dağılmış ve yağmur çiselemeye başlamıştı. Girdim ve namazımı kıldım. Özlediğim ve içinde olmaktan oldukça mutluluk duyduğum mekândaydım. Bir namaz kılımı uğradığım bu camiden,  gelip geçen bir yabancı gibi bir solukta ayrılmak oldukça güçtü benim için.

Tespihimi alıp namaz kıldığım alandan uzaklaşıp kenara iliştim. Sırtımı soğuk taş duvara yaslayıp, yağmur damlaları ile kırılan görüntüsüne rağmen cami avlusunu seyrediyorum, tane tane çekerken tespihimi. Soğuk ve yağmurlu bir hava olduğu için, normalde uzun yürümekten hoşlanmayan birçok insanın kestirme olarak kullanıp doldurduğu avlu bugün oldukça tenha. Tek tük başı öne eğik, eli şemsiyeli insanlar koşar adımlarla geçiyorlar pencerenin önünden. Bense adeta saniyelerle yarışan, her yere koşarak ulaşmaya çalışan bir şehir insanı değil de, Nuri Bilge’ nin zamanın içinde akıp yitmeyi reddeden, düşünmeyi fütursuzca yaşamaya tercih ederek zamanın kendi içinden geçmesine izin veren karakterlerinden biri olmak istiyorum. Öylece damlaları seyretmek, camda buğulanmış zemine bir şiir kondurmak. Bir namaz kılımı için uğramışta, Hekimoğlu’ nun evinde misafirliğe yatıya kalmışım gibi bir köşede sakince oturmak.

Ağırdan tespih taneleri düşüyor avucumdan tane tane, damlalar  soğuk camdan süzülüyor hare hare, ve iç sıkıntılarım eriyor hane hane. Bir tane senfonisi yükseliyor mavi kubbeye doğru, boncuklar, damlalar ve dualar ile. Yıllar öncesinden bir günü yaşıyor gibiyim, sanki camın önünden akıp giden eski bir zaman ve ben içerden bir film seyreder gibi şimdiki zamanı yaşıyorum. Bak köşeden döndü bile on altı yaş halim. O zamanda yağmurdan kaçmıyormuşum meğer. Ne tuhaf,  gençken daha aceleci olduğumu düşünürdüm hâlbuki. Herkes yağmurdan koşarak kaçarken önüne bakarak, bense o günde, bugünde düşen damlaların gözümü rahatsız etme ihtimalini hiçe sayarak gökyüzüne bakarak. Oldum olası yapılmayanı yapmak, sevilmeyeni sevmek, itilmişi kucaklamak gibi bir huy edinmişliğim vardır. Herkes güneşli havada gökyüzünü seyretmeyi sever, bense yağmurlu ve kapalı havada. Gerçi bunda ileri derecede astigmat olduğumdan dolayı aydınlığa bakamam da etkilidir, ama güneşli,  pırıl pırıl bulutsuz bir gökyüzü oldukça rutin ve sıkıcı gelir. Hâlbuki bulutların açıklı koyulu öbek öbek birbirlerinin üstüne binerek adeta yarışmasını seyretmek, hangi bulutun yağmuru indireceğini tahmin etmek, bulutların şekillerinden geleceğe dair kehanetler uydurmak oldukça eğlencelidir. Hava iyice kararıp bulutlandığı vakit, yağmurun birden bastıracağını anlamak ve bir an önce varmak istediği yere ulaşmak, ya da sığınacağı bir saçak altı aramak İstanbul insanının sünnetidir. Ben küçükken yağmurun geleceğini fark ettiğimde bahçelik alandaysam yere yatıp, evdeysem balkona uzanıp, sınıftaysam dersi bırakıp camdan bulutları seyrederdim. Masallar uydurmak, tahminler yapmak kısaca hayal dünyasını zenginleştirmek için en basit, masrafsız ve malzemesiz tek etkinlik gökyüzünü seyretmektir. Öğretmenlik yaptığım yıllarda bunu sık sık öğrencilerimle tekrar etmiş ve benim aldığım zevki onlarında aldığını fark etmiştim. Bak şimdi. Sadece çocukluğum, ilk gençliğim değil yakın geçmişimde gözümün önüne geldi. Bulutlar. Nelere kadirsiniz siz. Küçükken gelecek hayaliydiniz, şimdi geçmişime yol oldunuz.

Camın önünde otururken avluya düşen yağmur damlaları adeta avluyu geçmişe açılan bir tünele çevirdi. Yağmur yağmasa da bu tünel açılır mıydı acaba? Ya da ben bunca aradan sonra buraya gelmeyi yağmurla bir güne nasıl denk getirdim? Hangi tevafuk açık bir havada başlayan yolculuğumu Ali paşaya geçmeye karar verdikten sonra yağmura döndürdü? Bilmiyorum, bilemiyorum. Ama böyle olmasından son derece mutluyum. Tek sıkıntım başka yerde eşi benzeri olmayan nadide kütüphanenin şu an kapalı olması. Hâlbuki onu da ziyaret etmek için çok hevesliydim. Adet olduğu üzere haftanın birkaç günü kütüphanede verilen klasik sanatlardan birine de denk gelmeyi başarabileceğimi düşünüyordum. Başka hiçbir kütüphane, buradaki gibi bir caminin tonozlu cümle kapısının üstünde konuşlanıp, kitabın baş üstünde tutulmasını şeklen göstermemiştir.  Bugün uygulamalı Türk sanat eserleri kütüphanesine dönüşen yapı içerisinde ayrıca el yazması eserleri korumak adına tavana asılı halde duran mahfazalı bölüm vardır. Korunaklı bölüm değerli kitapları her türlü haşereden korumak adına bu asılı odada muhafaza altına almıştır. Bu başka yerde rastlanmayan kitaba değer verme bu değeri koruma bile benim ilgimi buraya yöneltmeme yeterde artardı bile.

 

Son yıllarda gerek eski eserleri daha bir sahiplenip koruma adına, gerekse bunların turistik bir değer olarak kabul edilmesi sebebiyle birçok selatin camilerin bahçeleri değişik peyzajlarıyla göz doldurmakta ve bu hususa önem verilmekte. Hekimoğlu Ali Paşa camii ise yıllar öncesinde bu konuda benzerlerine göre fazlaca şansa sahip olmasıyla ayrı bir dikkat çekmekteydi. İlkokul yıllarında yazın sıcağında biraz serinlemek için cennet misali bu avluya sığınmak, ya da avludaki çift geçişle yolu kısaltmak için ortasından geçmek isteği yolumuzu illaki bu yapıya yöneltirdi. O yıllarda bile bahçesi farklı renklerdeki güllerle, hanımelleriyle, sümbülleriyle, mor salkımlar, Medine çiçekleriyle bir koku festivaline döner, avludan geçerken hafif bir baş dönmesiyle sarsılır ve bir banka ilişirdik. Devasa çam ağaçları, ladin ve akasyalar, mavi serviler, yaşlı çınarlar gökyüzüyle irtibatı keser ve sıcak yaz günlerinde cehennem kızgınlığında ki güneşi bu cennetten parça serin avluya Rıdvan misali sokmazlar, buranın ruhani ferahlık veren atmosferini korurlardı.

Şimdi gidiyorum. Nasıl ki burayı ilk gördüğümdeki benle, gördükten sonraki ben arasında fark olmuşsa, bugün buraya uğrayan benle, yüreğinin bir köşesini şuradaki hanımeli gibi avlunun bir köşesine asmış ben arasında da bir fark olmuştu.

NURGÜL DURU