Yazılar

KAHVEYE GÜZELLEME

Kahve mi içsem? Su da kaynattım bir yığın. Kaynamış suyla da kahve köpürmez. Neyse, dursun kaynamış su, bulaşık yıkarım kahveden sonra ya da ne bileyim belki makarna haşlarım. Çekmeceden cezveyi çıkarayım. Ne dağınık geldi gözüme çekmece. Her gün en az on kere açıp kapadığım çekmece, ne ara bu kadar karıştı. Kafam gibi karma karışık içerisi. Demek kafa karışık olunca fark etmiyor insan karşısındaki karışıklığı. Şimdi fark ettim ama nasıl? Kafam yerinde mi acaba? Of! bunlar hep konuşacak adam bulamamaktan, kendi kendimle sohbet ediyorum bir de anlamsız şekilde uzatıyorum.
Cezve elimde; şekersiz severim kahveyi ama bir adet atıcam bugün, tatsız günümü o tatlandırsın bari. Attım bile, bir tatlı kaşığı kahve koyalım açıp kavanozu. Oh! kapak açılınca odaya dolan kahve kokusu. Şifasın sen. Yüzüm mü güldü ne? Evet, evet güldü, yüz kaslarım açıştı birden, nasıl gerdimse artık onları. Kaç gündür gülmedim acaba, kaç gündür uyuyor yüz kaslarım? Gerçi küfretmek için konuşmuşluğum vardı dün akşam, televizyondaki üçüncü sayfa haberlerini dinlerken. Demek ki, güldüğüm zamanki kaslarla, küfrettiğim zamanki kaslarım ayrı. Şimdi fark ediyorum bunu. Halbuki kırk beş senelik kaslarım bunlar. Yerini ve görevlerini şimdi farkına vardım. Farkındalık başka bir şey!
Ne diyordum kahve kokusu. Müthiş!
Kokuyu alıp toplayan sonra beyindeki koku merkezine ulaştırmak için kokuyu paketleyip uğurlayan burun ama burnum dışında her sinir hücrem uyanmış durumda. Bir tek burun bunun keyfini anlamayan.
Beynim farkında kokunun, uyandı hücreler ve bellek eşlik ediyor ona, ne kahveli maceralar buldu arşivden saniyenin kaçta kaçında. Kahvenin tadıyla ilgili bilgide ulaştı dil tomurcuklarıma, hem de kahve değmeden onlara, sulandılar çünkü dişlerime doluyor ağzımın suları.
Kalbimde farkında kahvenin, hızlı hızlı atıyor, heyecan yaptı. Ne zaman sevdiği bir şeyin geleceğini hissetse hep böyle koşarak karşılamaya gelir adeta. Midem de duymuş haberi, sanki  hopladı sevinçten, böyle bir boşluk oluştu ya da yumruk yemişim gibi oldu, bilemedim şimdi hangisi.
Ellerim beyinden gelen sinyale, kalpten gelen hızlı kan pompalanmasına kayıtsız kalamadı, titriyor. Cezveyi karıştırmama gerek kalmadı, zaten titreyen ellerimle sallandı üç buçuk şiddetinde.
Yine de karıştırıp şeker, kahve ve suyun hemhal olmasını sağlamak lazım.
Bu üç nimet, kahve su ve şeker, her birinin tadı birbirinin zıttı, şeker tatlı, kahve acı, su belirsiz. Şeker beyaz, kahve koyu, su renksiz. Ama bir araya gelince birbirini bastırmadan nasılda saygıyla muhteşem, farklı bir tadı oluşturabiliyorlar.
Biz insanlar olarak bundan ders almamız lazım. Oysa biz bir arada farklı bir tat olmasın diye nasılda savaşıyoruz. Ya hep acıyız, ya hep tatlı, ya da tuzlu. Neysek o halde kalmak istiyoruz, denemeye bile tahammülümüz yok oluşturacağımız yeni tadı. İşin felsefesi bu.
Tadı birazdan gelecek. Kısık ateşte pişen kahve iyi olur derler, kısıyorum ben de ateşi. Koyuyorum cezveyi üstüne. Bekliyorum.

Bu arada ‘’bir arada’’ kelimesini birarada yazmaya çalışıyorum bilgisayar sürekli ayırıyor, demek yazım olarak yanlış yazıyorum ama mantığım bir aradayı (birarada) yazmak gerektiğine inanıyor, ama yazamıyorum. Hâlbuki bu yazıyı elimde yazsam makinenin ukalalığına yenik düşmem ve (birarada ) yazabilirdim. Bir dip not; (birarada) imlada ‘’bir arada’’ yazılırken, (ap ayrı) ‘’ apayrı’’ diye yazılıyor. Mantık tatile çıkmış bence. Ayrılığın daha derini değil mi apayrı? Niye o zaman bitişik? Bizi birarada tutmak için oluşturulmuş kelime ise ayrı ayrı yazılıyor bir arada diye. Belki de bu yanlış yazım yüzden bir araya gelemeyişliğimiz, yan yana yazıldığı için ayrılıkları tam derin hissedemeyişliğimiz gibi.
Bu arada kahve yavaş yavaş cızırdamaya başladı bile ben bunları düşünürken.
Ne güzel içim gibi cızırdıyor, cezvenin yanaklarında köpükler belirmeye başladı bile.
İçimlik olmak için olgunlaşmaya başlarken nasılda sessiz, sakin ve vakur.
Hâlbuki çay gürültüden ortalığı yıkıyordu ben buradayım diye. Gerçi çayında hakkını yememek lazım, ayrı bir tatla insana farklı duygular yaşatıyor, lakin bugünkü ruh halimin içeceği değil.

Köpükler çoğalmaya başladı, irili ufaklı kabara kabara cezve içindekileri alt üst ederek harmanlıyor, kabaran iç sıkıntım da şu an alt üst olmaya başladı. Sıkıntım çöküyor ruhumun cezvesinde aynı kahve gibi altlara ve şekerli yanım çıkışta kabararak. Neşem geri döndü sanki.
Hoopp taşırmadan almak lazım, dalma kızım! Birde bu keyfin üstüne ocak temizlemekle uğraşıp eve kapıdan geri dönen neşeyi bacadan kaçırmayayım.
Aldım işte ateşten, dol şöyle fincana en nazlı halinle. Fincanı yaklaştırıp da kokusunu içine çeken ve çekerken gözlerini kapatıp dalmayan insanoğlu var mıdır? Varsa da insanoğlu  mudur?
Kokusu neşe getirdi haneme, ilk yudum şifa kalbime, ikincisi kuvvet gövdeme. Biraz soluklanmam lazım, vücudumda dolaşmasını hissetmek istiyorum şu an ve ağır ağır yakarak genzimden yemek borusunu istila etmesine şahadet getiriyorum. Üçüncü yudumun zamanı şimdi, mideye sancağı dikmeden ek kuvvet göndermek lazım. Gelsin üçüncü yudum hafızama, tazelenmek için ‘’Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözüne inat.

ZEYNEB TONBUŞ

ÇAYA KAHIRLANMA

Yalnızlığım ne ile son bulur?

Hangi hançer kesip atabilir yalnızlığın verdiği boşluğu?

Aydınlık bir oda benzer mi kabre?

Ocakta kaynayan su..ne bu neşe? Nedir seni çinko bir çaydanlığın içinde, kavurucu ateş üstünde üstelik, bu denli neşeli ve patırtılı şarkı söylemeye iten?

Halbuki, seni ateşe koyarken yalnızlığımı dindirecek bir dost gibi görmüştüm.

Sense neşeli şarkını söylerken tiz buharla çinko çaydanlığın hülbüğün de, üstüne üstlük fokurdatan dansınla oynatırken kapağını, ben çatırdıyorum kıskançlıktan bu hudutsuz mutluluk karşısında.

Çay kessin istemiştim yalnızlığın verdiği can sıkıntısını, içimi ısıtsın bir dost muhabbeti gibi ilk yudumda.

Buhar vurunca yüzüme, sanki anne eli değmiş gibi öylesine gözlerimi kapatıp, yuvarlanıp gitsem küçüklüğüme.

Avuçlarımın arasında çay bardağı, el ayalarımı ısıtırken hissettiğim tatlı bir acı yaşadığımın belirtisi.


Şekerli içmem çayı ama sırf evdeki sessizliğe inat çay kaşığı koyacağım bardağa ve çılgınlar gibi bir melodi tutturup, çınlatacağım evin sessizlik sinmiş köşelerini.

Bunları düşünüp çay koydum demliğe, ocakta kaynayan çaydanlığın üstüne. Ama iyiden iyiye sinirim zıpladı çay serkeşliği karşısında. Ey çay! dinle beni. Sana bu derece ilgi ve alaka beslemişken, senden yana hep kullanmışken tercihlerimi, hava sıcakken de soğukken de iltifata tabi tutmuşsam bu derece şımarman için değildi. Gel barış ilan edelim seninle. Sen neşeni yanımda gösterme duman duman tüterken, bende senle demleneyim yalnızlığımda, hiç kimse bile olmasa çay var diyeyim.

ZEYNEB TONBUŞ