Yazılar

PARÇALANMAK/ TOPARLANMAK/ DAĞILMAK

PARÇALANMAK – TAKVİM YAPRAKLARI

Takvim yaprağına kilitlenmiş öylece bakıyordu adam. Elinde, dumanı tüten sütlü kahve fincanı olduğu halde gözleriyle bir yaprağın üzerindeki rakama, bir ayın ismine bakıp tekrar tekrar okuyordu. Avuç içindeki sızıyla birden kendine gelir gibi oldu. Kahvenin sıcaklığı artık fincanı delip avuç içini yakmaya başlamıştı ki, bu durum adamın kilitlenen gözlerini takvim yaprağından ayırmaya anca yetmişti. Derin bir nefes çekti önce, sonra fincanı diğer eline geçirdi. ‘’Sensiz bir doğum günü daha. Nice senelere!  Bizsiz daha kaç sene? İnşallah mutlusundur, tek tesellim bu olur çünkü’’ dedi adam. Pencereye doğru yürüdü camdan dışarı baktı. Güneş yavaşça, ipeksi ışınlarıyla şehrin çatılarını okşayarak ilerliyordu. Şehrin yarısı ışıltıya kavuşmuş, diğer yarısı henüz bundan sebeplenememiş olmasına rağmen diğer tarafın yansımasıyla yeni günü kutlamaya başlamıştı. Önündeki şehrin bölünmüşlüğü gibi insanlarda, hayatta, zamanda bölünmüştü. Yaşam bölünerek çoğalıyordu sanki , bölerek kendi rüştünü ispat ediyordu. ‘’Senle bende böyle bölündük işte’’ dedi adam. ‘’ Ben buradayım, sen bir yerlerde. Ben geçmişte kaldım, sen belki anı yaşıyorsun. Yaşam her şeyi parçalamayı başarıyor maharetle ama bir tek sana karşı olan duygularımı parçalayamadı’’ diye ilave etti adam. Sonra koltuğa oturdu, fincanından bir yudum kahve aldı ağzına. Birden yutmadı, ağzının içinde döndürdüğü kahveyle damağını ve avurt içlerini ısıttı. Sonra yutkundu. Bakışları tekrar takvime doğru hücuma geçti. Uzun uzun seyretti yine.  Seyrettiği takvimin yaprağı değil de, o tarihte doğan kadının sanki gözleriydi.

cümlealem


‘’Yine bir şeyler karalayacağım, belli oldu. Zaten yazmakla geçiyor ömrüm; parça parça duyguların parça parça ifadeleri yine parçalanmış yazılarla her biri bir yerde kâğıtçıklar da. Sonra içinden; niye bunlar bir yerlerde, niye hepsini toparlamıyorum? diye geçirdi. Bir gün karşılaşırsam ve bu emanetlerini verecek olsam nasıl vereceğim parça pinçik şekilde. Niye şimdiye kadar düşünmedim ki bunu? Hatta hepsini bir kitap gibi toplasam ve sana ulaştırabilecek birine teslim edip okumanı sağlasam. Yok ya olmaz öyle! dedi. Kahveden bir yudum daha çekti, kahve ılımaya başlamıştı onu fark etti. Tekrar düşününce bu duyguların kendisinde kalması gerektiğine dair mantıklı tek bir açıklama bulamadı. Yıllardır ben bu yükü çekiyorum artık emanet sahibine geçsin, birazda o bu yükle yaşasın! dedi. Hemen doğruldu, evin içinde, kütüphanede, çekmecelerde, kutuların içinde, bilgisayarda ne kadar yazılmış ve kayıtlı metinler varsa onları toparlamaya başladı. Biraz uzun sürebilirdi ama en azından bugünün sonuna kadar bunları önünde topluca görmek istiyordu. Öyle de oldu. Bütün hepsini sehpanın üzerinde topladığına kanaat getirdiğinde şehrin karşı kıyılarında günbatımının turuncu ışıkları evlerin pencerelerini birer kuyumcu vitrinine döndürmüştü bile.

ZEYNEB TONBUŞ