ÇİLE- NECİP FAZIL KISAKÜREK

KİTAP ÖNERİSİ; ÇİLE

Çile, Necip Fazıl Kısakürek’ in bütün şiirlerinin yer aldığı bir eseridir. Necip Fazıl “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” dediği yıllardan, tasavvufi hayatına kadar yazmış olduğu şiirleri Çile adını verdiği eserinde yayımlamıştır. Çile onun baş şiirlerinin ilkinin adıdır. Genç yaşta yazdığı Kaldırımlar serisi bu kitapta bulunur. Bu şiir kitabından beğendiğim birkaç mısrayı sizlerle paylaşmaya başlamak isterim:

“Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İç içe mimari, iç içe benlik;
Bildim Seni ey Rab, bilinmez meşhur!”

Burada benim en ilgimi çeken kısım “iç içe benlik” oldu. Yunus Emre de “Bir ben vardır bende, benden içeri” demez miydi? Necip Fazıl kitabın bölümlerini : Takdim, Allah, İnsan, Ölüm, Şehir, Tabiat, Kadın, Korku, Dâussıla, Ukde, Hafakan, Dekor, Tecrit, Kahramanlar, Dava ve Cemiyet, Poetika olmak üzere ayırmıştır. Paylaştığım örnek, Allah ana başlığın altındaki kitaba da adını veren ilk şiir Çile’ den. İnsan bölümünde;

“Biri Aşk biri nefret: bizim kanadımız çift.

Ateş saçmalı ki nur, erisin kapkara zift.” diyerek Einstein’ ın “Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece 2’ye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar.” dediği sözünde sanki parmak basmaktadır. Şehir bölümünde, Canım İstanbul şiiri ile İstanbul’ a olan sevdasını dile getirmektedir şair. Dekor bölümünde ise şehir hayatının bizden aldıklarını, çocukluk anılarını gözümüzde canlandırırmışçasına anlatmıştır. Evim şiirinde, aynı zamanda şair  apartman kavramını “Seni yiyip bitiren kırk katlı ejder oldu;” ile açıklayıp devamın da “Komşuluk, mâna ve ruh ne varsa heder oldu” deyip sitemini aynı şiirde şöyle güzel imgelerle bildirmeye devam etmiştir

“Bir yeni nesil geldi, üst üste binenlerden;
Göğe çıkayım derken boşluğa inenlerden…




Bu tavsiye köşemizde şiir alıntılarımızı Necip Fazıl’ın zamanın izafiliğini anlatan, ölmeden önce yazdığı son şiiri, kitabın Hafakan bölümünde bulunan Zehir ile tamamlamak isterim.

Zehir*

Çocukken haftalar bana asırdı;
Derken saat oldu, derken saniye…
İlk düşünce, beni yokluk ısırdı:
Sonum yokluk olsa bu varlık niye?

Yokluk, sen de yoksun, bir var bir yoksun!
İnsanoğlu kendi varından yoksun…
Gelsin beni yokluk akrebi soksun!
Bir zehir ki, hayat özü faniye…
(Mayıs 1983)

ESRA ÇOBAN

KIRIK KANATLAR- HALİL CİBRAN

KİTAP ÖNERİSİ; KIRIK KANATLAR

Unutamayacağım bir kitap ve asla unutmayacağım bir dua,
Selma Kerame’nin duası;
“Merhamet eyle ya Rab ve canlandır bütün kırık kanatları.”

Yaşadığı dönemde ve günümüzde felsefi ve siyasi görüşleriyle derin izler bırakan Halil Cibran, çağımızın en değerli düşünür ve şairlerinden biridir. Kendisi 1883 Lübnan doğumlu olup ABD vatandaşıdır.
Bu büyük şair bir çok alanda değerli eserler vermiştir, şüphesiz bunlardan biri de Kırık Kanatlar adlı aşk romanıdır.
Buram buram tarih kokan Beyrut şehri Halil Cibran’ ın, Selma Kerame’ ye duyduğu derin hislerin bu şehirde anlatılıyor olması münasebetiyle, artık sadece tarihi bir şehir değil aynı zamanda bu büyük aşkın şahidi olarak da kazınır zihinlere.
Yazarımız bu eşsiz kitapta öylesine anlatır ki biricik aşkı Selma Kerame’yi, adeta tüm okuyucuyu da aşık eder bu güzel ve bahtsız kadına.



Sevmediği ve sevilmediği biriyle evlendirilen , önce sevdiği adama sonra babasına veda etmek zorunda kalan ve en son, yıllarca hasretini çektiği, daha doya doya kokusunu içine çekmeye fırsat bulamadan dünyaya gelişinden üç beş saat sonra evladını da kaybetmek gibi ağır imtihanlara maruz kalan bu bahtsız kadın “hadi oğlum düş önüme beni götürmek için geldiğini biliyorum” deyip oğlunun ardından o da can verir oracıkta. Hüzün, acı, ızdırab, aşk, sevgi, dostluk, kardeşlik, evlat acısı, ölüm, iktidar arzusu ve mal sevgisi gibi iyi – kötü her türlü duyguyu barındıran bu roman yer yer göz yaşlarına boğup,  yer yer de hayatı sorgulamamızı sağlıyor ve sonunda yine hayatın ne kadar acı ve zor olduğunu, aşkın kavuşmaktan öte tüm ruhla hissedilen derin duygular olduğunu en zarif şekilde yansıtıyor okuyucuya.
Yaşanan bu acılar karşısında bir duaya sığınıyor Selma Kerame; “Merhamet eyle ya Rab ve canlandır bütün kırık kanatları.” Ve son söz olarak  Selma Kerame’ nin mezarı başında, şu sözleri sarf ediyor Halil Cibran;
“Sabır ve metanet bana ihanet etti, kendimi Selma’nın kabri üzerine bıraktım.”

REYHAN SULAMIŞ

RADYO OYUNLARI- BEHÇET NECATİGİL

KİTAP ÖNERİSİ; RADYO OYUNLARI

Şu an elimde tuttuğum kitap,  ilk baskısı 1965 yılında yapılmış,1984 basımı Behçet Necatigil in radyo oyunları kitabı. Şairliğine aşina olduğumuz Necatigil in radyo için yazmış olduğu ve 1963 yılından itibaren TRT radyolarında radyo temsilleri olarak yayınlanan hikayelerinin toplandığı bir kitap bu. Kitabı yine bir başka şair Hilmi Yavuz basıma hazırlamış.

Alman şair,öykü ve radyo oyunu yazarı,  Wolfang Weyrauch radyo oyunları için  ”Radyo oyunu görünmeyen bir sen’ le yapılan bir konuşmadır. Gerçeküstü bir oyun ve ahlaksal bir değer taşır’’ der.

Necatigil e göre ise; radyo oyunu çok kere mecaz diliyle konuşur. Alegorik ve trajiktir. Tuluatla, şkeçle, kabare ile hiç ilgisi yoktur. Düşündürücüdür, dinleyicisinden ve okuyucusundan incelmiş bir zevk ve dikkat bekler.

Necatigil in radyo oyunlarından, üniversite de edebiyat tarihi dersinde haberdar oldum. O vakte kadar benim için Necatigil bir şair ve hikaye yazarı idi. Hafızamda ondan birkaç satır hep dönüp dururdu. SOLGUN BİR GÜL OLUYORDU DOKUNUNCA, şiirlerine. Birçok şairin kutsadığı yalnızlığa inat Necatigil kalabalık severdi. Evine girince;

KAVUŞTUM ÇOLUK ÇOCUĞA

KOLTUĞUMA UZANDIM, RAHATIM

KAHVEM İÇİME SİNDİ

BAŞLADI GECELİK SALTANATIM. Bu satırları yazacak kadar aile ve ev kavramlarına düşkündü.

Erol Evgin in şarkısında GİZLİ SEVDA sı yeniden hayat bulmuş ve dilimize dolanmıştı. Ve benim için en çok;

BİR GÜN KARŞILAŞIRIZ

BİR GÜN, BİR YARIM AKŞAM. Dizeleriyle, gizli bir ümide tutunuştu.




Dediğim gibi, edebiyat tarihi hocamız bu kitabı edinmemizi istemiş, birkaç kişilik küçük gruplar halinde bir radyo oyununu seçmemiz ve seslendirmemiz ödev olarak verilmişti. Ödev almış olmanın verdiği iticilikle kitaba yaklaşmıştık. Tüm kitabı okuyup bir oyunda karar kıldık ve daha hangi oyunu alalım diye okuma yaparken kitap bizi başka bir aleme çekmişti bile. Sonrasında prova okumaları yaparken adeta kendimizi satırların arasında hareket ederken bulduk. Olduğumuz karakterin sözlerini okurken içten gelen, gerçek hislerimizle söyledik repliklerimizi. Sonbaharın son demlerinde, sınıf penceresinin camlarına yağmur damlaları essiz bir tını senfonisi sunarken bu oyunları sese dökmek, ve o anları hatırlamak bunca yıl sonrasında bile hala beni derinden etkiler.
Bugün radyolardan oldukça uzağız. Belki arabada giderken sadece müzik dinlemek veya haberlerden haberdar olmak için kullanıyoruz radyoları. Ama radyoda bir radyo oyununu dinlemek, o karakteri hayal etmek, arka fondaki sesler ile neler olup bittiğini tahmin etmek  yaratıcı zekayı aktif eden bir uygulamadır. Kaldı ki birçok farklı yöntemlerle zihni meşgul etmek ve beynin farklı alanlarını kullanmak için paralı birçok etkinlikler tertip ediliyor, seminerler veriliyor. Halbuki radyo ve radyo oyunları, piyesleri bir el uzaması mesafede. Üstelik bedava.
Evet bu kitap ile sadece bir kitap okumuş olmayacaksınız, şu an bizlere çok uzak olan ama geçmişte yaşanmış bir olguyu bu günde yaşama fırsatı bulacaksınız. Üstelik belki de beynimizin kullanmadığımız bazı kısımlarını aktif hale getirecek radyo oyunlarını küçük arkadaş gruplarınızla seslendirerek hoşça da vakit geçireceksiniz.

İYİ OKUMALAR

NURGÜL DURU

ÇEVİRMEN- VAHDETTİN İNCE

KİTAP ÖNERİSİ; ÇEVİRMEN- VAHDETTİN İNCE

‘’Bu benim hikâyem; benim hikâyemden bir kesit. Bir insan hikâyesi. Bu yüzden kaygılarımı, korkularımı, endişelerimi, imkânsızlıklarımı, çaresizliklerimi, bunun yanında umutlarımı, mutluluklarımı, başarılarımı, imkânlarımı, imkânları verimli kılmalarımı yansıtıyor.
Bu açıdan genel insanlık hikâyesinin bir parçasıdır da. Hikâyenin bir veya birkaç yerinde kendinizi bulduysanız, sebebi bu. Her birimizin hikâyesinin evrensel, bölgesel, yerel ve kişisel bir boyutu var. Ben bu hikâyede bunların birbirlerine bağlı olduklarını anlatmaya çalıştım.’’ Diyor kitabın yazarı, Vahdettin İnce. Bu kitabı aldığım zaman bilinçli bir tercih yapmamış ve rastgele bir seçimle kitabı edinmiştim. Hayat rastlantılarda gizlidir, rastgele tercihler, bize planlananlardan daha hoş gözükür! sözünü doğrularcasına okuyup bitirdikten sonra çok mutlu olduğum bir kitap oldu. Bir kitap bana dili, üslubu, anlattıklarıyla hoş geliyor ve üstüne üstlük başka kitaplara da kapı aralıyorsa, kitabın ayracına bilmediğim kelimeleri ve olayları sıraladığım da uzunca bir liste oluşuyorsa o kitap benim için bir nefes oluyor artık. Çevirmen kitabı da böyle bir nefesti.
Kitapta öncelikle ilgimi çeken, yazarın bildiği 4 lisan üzerinden dünyayı tanımlaması ve algılayış biçimi, kendi yaşamı içinde tüm yaşadıkları, özlemleri, çabaları ve toplumsal ilişkilerinin bu dört dil üzerinden anlatması oldukça naif, insani ve sıcaktı.
İnce, kendi hayat serüveninden kesitlerle önümüze serdiği yaşam yolunda, herhangi bir insanın yaşam mücadelesin de doğup büyüdüğü çevrenin etkilerini, olumlu olumsuz taraflarıyla insana kattığı zenginlikleri aktarıyor. Bir meslek (çevirmenlik, mütercimlik)  alanında yaşadıklarıyla bu mesleği seçeceklere de aslında kılavuzluk etmiş oluyor.Yazar kitapta, aktardığı konuya göre bazı kelimelerin kökeni hakkında bilgi verirken, buradan yola çıkarak oluşturduğu küçük hikâyecikler aktarıyor. Anlatırken de Kur’ an dan bazı kıssaları baz alıyor. Eğer sizde benim gibi etimolojiye meraklı iseniz, bu kısımları okumak zihninizde yeni kapıların açılmasına sebep olacak ve müthiş heyecanlanacaksınız.
Kitabın sayfaları tükenmeye başladığında, yani sonu yaklaştığında şunu dediğimi hatırlıyorum.’’ Keşke Vahdettin Bey, bildiği bu dört dili karşılaştırıp, hangi alanlarda bu dillerin onda nasıl bir etkiyi bıraktığını da belirtseydi. Ne hoş olurdu!’’ lakin birkaç sayfa daha tükendikten sonra içimden neyi geçirdim ise satırlarda buldum. Hem de düşündüğümden çok daha güzel, enfes bir sunumla. Aslında kitabı yazma sebebinin bir anlamda özeti bu satırlarda gizli idi. Beni çok etkileyen bu satırları direk alıntılayıp buraya aktarıyorum.

ÇEVİRMEN

ÇEVİRMEN

‘’Arapçadan, Farsçadan, Türkçeden ve Kürtçeden kitaplar tercüme ettim. Bu dillerin her biri zamanla çeşitli yönlerini, ilk anda fark edilemeyen özelliklerini, coğrafyadan, tarihten, kültürden edindikleri karakterlerini paylaştılar benimle.
Arapçayı bir cömertlik, Farsçayı şaşalı bir teşrifat, Türkçeyi disiplinli bir eda, Kürtçeyi dağlarda pejmürde bir aksi seda gördüm.
Arapçanın dağıtıcı, Farsçanın şekillendirici, Türkçenin toplayıcı, Kürtçenin korumacı olduğunu anladım.
Arapça Ümmü Gülsüm nefesi kadar uzayıp giden sonsuz bir çöl, Farsça Hafız’ ın kabrinin süslendiği dingin bir Şiraz bahçesi, Türkçe Neşet Ertaş bozlağına benzer yanık bir bozkır, Kürtçe Şakıro’ nun gırtlağı kadar titrek bir dağ silsilesi olarak göründü bana.
Arapça yürekten, Farsça damaktan, Türkçe dudaktan, Kürtçe gırtlaktan mahreç bulmuştu.
Arapça hasret, Farsça hüzün, Türkçe övünç, Kürtçe inilti kokuyordu.
Arapça İmrul Kays pervasızlığı, Farsça Mevlana yatışmazlığı, Türkçe Yunus Emre dinginliği, Kürtçe Ahmedi Xani feryadıydı.
Arapça Maarri derinliği, Farsça Sadi hikmeti, Türkçe Fuzuli selaseti, Kürtçe Melaye Ciziri yangınıydı. Arapça filozof kadar düşünceli, Farsça şair kadar hayalci, Türkçe asker kadar disiplinli, Kürtçe çoban kadar serazattı.
Arapça Nil gibi hafif çırpıntılı, Farsça Basra körfezi gibi melodik, Türkçe Sakarya gibi kaygılı, Kürtçe Dicle gibi delişmen akıyordu.
Arapça akla, Farsça kulağa, Türkçe göze, Kürtçe vicdana hitap ediyordu.
Arapça evrenselden, Farsça kıtadan, Türkçe bölgeden, Kürtçe yerelden sesleniyordu.
Arapça Ummandan Mağrib e serilmiş kum kadar ayrıntılı, Farsça Hindukuş dağlarından Ahvaz kumsalına değin notalı, Türkçe Orta Asya’dan Anadolu’ ya  akan bir at kadar telaşlı, Kürtçe Zagros’tan Toroslara kadar inişli çıkışlı.

İyi okumalar.

NURGÜL DURU

POL MOLLANIN HİKÂYESİ- CHARLES MOLLETTE

POL MOLLANIN HİKÂYESİ GENEL ÖZET

Giritli Müslüman bir aileye mensup olan Mollazâde Mehmet Ali’nin (Hıristiyan olduktan sonra aldığı adla Paul Mulla’nın) enteresan ve bir tarafıyla ibretlik, acı bir hayat macerası var. Baba tarafı XVII. yüzyılda Konya’dan Girit’e gelip yerleşmiş. Annesi ise Arnavut asıllı ve Mısır’dan adaya gelmiş. Mehmet Ali adı modern Mısır’ın kurucusu, Arnavut asıllı Osmanlı paşası Mehmet Ali Paşa’dan geliyor.

Pol Molla’yı babası 1895’te lise tahsili için Fransa’ya gönderir. Adada durum hayli karışık olduğu için oğlunun daha iyi şartlarda ve vasıflı bir eğitim almasını ister. Fransa’da liseden sonra hukuk tahsil eder, felsefe ile ilgilenir, aksiyon felsefesinin kurucusu Maurice Blondel’le tanışır. Kendisinden beklenen, iyi yetişmiş, Batı kültürü almış bir Müslüman olarak adaya dönmesi ve memleketini kendi mesleğinde savunması, dindaşlarına arka çıkması iken o Hıristiyan olmayı tercih eder ve 1905’te vaftiz olur. Sonra papaz, sonra kilisede seminer hocası, nihayet Vatikan’da üst derecede bir ruhani… Elinizdeki kitap birinci elden kaynakları kullanarak bu hikâyeyi anlatıyor.

POL MOLLA





POL MOLLANIN HİKÂYESİ NEDEN ÖNEMLİ?

Kitap öncelikle dikkatimi, Nurettin Topçu’nun fikren oldukça etkilendiği ve İsyan Ahlakı kitabını yazmasında pay sahibi olan Maurice Blondel in kitabın kahramanlarından biri olmasıydı. Bir diğer faktör ise asıl kahramanın, Müslümanken Hristiyanlığa geçen İmparatorluğun önemli devlet adamlarından birinin oğlu olması. Tersi hikayeleri çok duymuş veya okumuş olmamıza rağmen , az sayıda Müslümanlıktan diğer dinlere geçiş olayını şahit olmamız.

Maurice Blondel nasıl bir felsefeciydi ve nasıl bir etki alanı vardı ki; etkilediği iki insan dan biri Nurettin Topçu , diğeri Pol Molla olabilmişti. Bu gizemi çözmek, en azından çözmeye çalışmak oldukça heyecan vericiydi. Bu kitapla birlikte rahmetli Emin Işık hocanın ”Nurettin Topçu- Çağdaş Bir Dervişin Dünyası” kitabının da okunması gerektiğini düşünüyorum. O zaman bir ismin iki farklı insanı hangi etkilerle değiştirip, dönüştürdüğünü daha iyi anlıyorsunuz.

nurettin topçu

NURETTİN TOPÇU

İyi okumalar diliyorum.

NURGÜL DURU

 

 

 

 

 

YENİ KÖLELİK- KEVIN BALES

 

KİTAP ÖNERİSİ; YENİ KÖLELİK- KEVIN BALES

Günümüz teknoloji dünyasın da hâlâ köleliğin devam ettiğini duymak, görmek, okumak…

Kevin Bales’in kitabını okuya kadar da benim için uzak ihtimallerden biriydi.

Her bölümde ‘yok artık’ nidalarıyla, dehşet dolu gözlerle okuduğum kitap, zaten üstünü çiziktirdiğim birçok markaya ve global şirketlere olan olumsuz duygularımı derinleştirdi.

Dünya da aşağı-yukarı 5-6 yılda bir daralan-hatta gerileyen-ekonomik durgunluğa rağmen kârını her yıl artıran global markaların nasıl olup da bunu başardıklarını hep düşünürdüm.

Hayatımıza dolaylı yollardan giren kölelik, dünya da patlayan bir iş sahası. Bunun sebepleri uzayıp giden listelerle açıklanabilir. Ama bu yazıyı yazmamda ki amaç sebepleri değil, bu sistemden haberdar etmek ve yapılabilecekler hakkında beraber düşünmek.

Birileri kölelerin sırtından zengin oluyor.

Bu sistemle milyon $ şeklinde kârını artırıyor. İşçinin emeğini sömürüp, haklarını, yaşamlarını gasp ederek onlardan esirgediği küçük miktarda ki paraların kat be kat fazlasını saniyelik reklamlara ve reklam yıldızlarına aktarıyor. Bu şekil de de isimlerini belleklere kazımaya ve zihinlerde tanrılaşmaya çalışıyorlar.




KİTAPTAN BİR OLAY DERLEMESİ: GERÇEKTEN ÇALIŞMA ŞARTLARINIZ KATLANILAMAZ MI?

Borç esareti altında yaşayan bir işçi olmak.

Birçoğundan çok çalışmak, dinlenmemek, tatil yapmamak, hiçbir sosyal güvenceye sahip olmamak. Ama çok çok az kazanmak. Hatta o kadar az ki…Evet bende böyleyim, çok uzun mesailerle çalışıyorum ama çok az para elime geçiyor diyorsanız bir de anlatacağımız hikayenin kahramanlarına bir kulak verin, sonra da kararınızı verin. Gerçekten de çalışma şartlarınız katlanılmaz mı?

Yer Hindistan. Ev denilen ama sizin standartlarınıza göre baraka bile olamayacak bir ev. Mutfak adına tahta bir tezgah. Tezgah da bir torba pirinç, biraz işlenmemiş buğday.4 su bardağı kadar pirinç ya da buğdayı bir kenara ayırın ve şimdi de önünüzde kalan yığınla 5 kişilik ailenizi doğurmaya çalışın. Bütün gün idare edebilmek için, kişi başına her öğün 1/4 bardak pirinç haşlaması ve öğütülüp, mayasız ekmek yapmak için bekleyen buğday. Nasıl bir menü?

Şimdi de bu tarifi hayatınızın sonuna kadar her gün tekrarlayın. Bu çalışarak ekonomik özgürlüğünü elde etmeye girer mi?

YENİ KÖLELİK- KEVIN BALES

YENİ KÖLELİK- KEVIN BALES

İyi okumalar.

NURGÜL DURU